Kur’an’ı anlayabilmek için Arapça bil-mek şart mıdır? Arapça bilmeyenler bu kita-bı anlayamazlar mı?
Bugün bazı Müslümanlar şöyle diyerek kendilerini bu kitabı okuma ve anlama sorumluluğundan kurtarmaya çalışıyorlar: Efendim, ben Arapça bilmiyorum. Böyle bir eğitim almadım, alamadım. Çok istedim ama İmam-Hatip ve İlâhiyatta okuyamadım. Bu durumda benim bu Kur’an’ı anlama, kavrama imkânım yoktur. Siz ısrarla diyorsunuz ki ben müslümanım diyen herkesin bu kitabı okuma, anlama ve pratik hayatına aktarma mecburiyeti vardır. Peki şimdi anlayamayacağım bir şeyle beni nasıl sorumlu tutarsınız?
Bir kere bunu ben değil, Allah söylüyor. Allah, ben de müslü-manım, benim de bir kitabım var diyen herkese bu kitabını göndermiş ve herkesi bu kitabıyla sorumlu tutmuştur. Binaenaleyh eğer bir itirazınız varsa bunu bana değil, Allah’a yaparsınız. Allah’a mazeretinizi sunun ve deyin ki; ya Rabbi, bu nasıl bir iştir? Beni hem Arap bir anadan babadan dünyaya getirmedin, hem de böyle Arapça bir kitabı anlamakla sorumlu tuttun. Hem bu kitabı anlayacak kapasitede yaratmadın, hem de bu kitabın sorumluluğunu bana yükledin deyin. Ama bilesiniz ki sizi yaratan, sizi bu kitapla sorumlu kılan Allah sizin gücünüzü, kapasitenizi sizden daha iyi bilendir. Ben kullarıma onların takatlerinin yetmeyeceği bir yük yüklemedim diyendir.
Arap olmadığımız için, Arapça bilmediğimiz için ona asla ulaşamayız, onu asla anlayamayız diyorsunuz öyle mi? Peki Allah katında bu Arapların torpili nerden geliyor? Hayır hayır, Kur’an ve sünnet bilmeyi, Kur’an ve sünnet bilgisine ulaşmayı Arapça bilmeye bağlamaya gerek yoktur. Okuma yazma bilmemeye bağlamaya da gerek yoktur. Ona ulaşma, onu öğrenme çabasına niye bağlamıyoruz bunu? Yani sen kendi köşene çekilmişsin, Kur’an öğrenmeye hiç say’et-miyorsun ve birilerinin getirip sana Kur’an öğretmesini bekliyorsun. Sonra birileri zorla sana Kur’an getiriyor, sen bunu da reddediyor, yoo! İstemem! Bana Kur’an’ı getirmeyin! Benim ona ihtiyacım yok di-yorsun. Yâni benim elime Kur’an’ı vermeyin! Beni ona ulaştırmayın! Onu bana getirmeyin! Onun okumasını bana öğretmeyin! diyorsun. Yâni Kur’an’ı sana getirecek, okutacak, öğretecek, tanıtacak kimse-lerle de ilgi kurmuyorsun, sonra da bana soruyorsun, ben bu halimle bu kitabı öğrenebilir miyim? Ben Kur’an’ı anlayabilir miyim? Mümkün değil kardeş, sen kıyamete kadar bu kitabı öğrenemezsin! Kıyamete kadar bu kitabı anlayamazsın!
Öyle değil mi ama? Yani sen bu kitapla ilgi kurmaya yanaşma, bu kitabı öğrenmeye yönelme, ondan sonra da de ki; ben Arap olmadığım için, Arapça bilmediğim için bu kitabı anlayamıyorum, benim suçum ne? Eğer Allah sana hayat programı olarak bu kitabı göndermiş, bu kitabın istediği biçimde bir hayat yaşaman gerekir demiş, ama beri tarafta senin dediğin gibi senin için bu kitabı öğrenme yollarını da kapatmışsa o zaman -hâşâ- zalim olan O’dur, bana ne bundan? Yani bu durumda, Allah ya sana bu kitabı anlayacaksın, bu kitabın tarif ettiği bir hayatı yaşayacaksın dememiştir, ya da senin bu kitaba ulaşma yollarını kapatmamıştır. Bunun ikisi birden mümkün değildir kardeş. Eğer sen diyorsan ki bu kitaba ulaşma yolları bana kapalıdır, o zaman ben derim ki, bu senin ve Allah’ın bileceği bir iştir, bana sormana gerek yoktur. Şikâyetini arz edeceğin makam Allah’tır.
Böylece kolay yoldan kendilerini sorumluluktan kurtarma çabası içine giren bu insanlar şunu demek istiyorlar: Allah, bu kitabı Arapça bir kitap olarak göndermekle hâşâ Araplara torpil geçmiştir. Öyleyse bu kitabı Araplar kadar anlama imkânına sahip olan ben de torpilliyim bunu diyenlere göre. Öyle değil mi? Bunu diyenlere göre ben bu kitabı biraz biraz biliyor muyum? Öyleyse onlara göre ben de torpilliyim. Peki ben Arap değilim, benim torpilim nerden geliyor ya?
Yok yok, öyle değil mesele. Mesele şudur: Çalışan, gayret eden torpillidir. Eğer Allah bu kitabı anlama konusunda sana çalışma ve gayret etme imkanı vermedi de sadece bana verdiyse, sonra da ikimizi de aynı şeyle sorumlu tuttuysa, o zaman -hâşâ- bunu diyenler Allah zalimdir demeye getiriyorlar işi ki, bunu demeye bir müslüman olarak hiç kimsenin hakkı yoktur. Çünkü ben hiç böyle görmedim. Önemli olan fırsatta eşitliktir. Allah herkese bu konuda fırsat tanımıştır. Ama kimileri Allah’ın kendisine tanıdığı bu fırsatı değerlendirirken, kimileri de değerlendiremez. O zaman bu durumda suçlu kim? Allah mı? Hâşâ, sümme hâşâ. Kaldı ki işte örneklerini görüyoruz ki adam Arap oluvermekle de hemen Kur’an’ı anlar olmuyor. Öyle değil mi? Peygamberi görüvermekle insan müslüman oluvermiyordu. Bir Ebu Cehil’i, bir Ebu Leheb’i ne çabuk unuttun? Yemenden gelirdi, Sudandan, Anadolu’dan gelirdi müslüman olurdu da adam, ama burnunun dibinde bulunanlar iman etmezlerdi.
Öyleyse benim bildiğim Kur’an’ı anlamak için Arapça bilmek şart değildir. Kur’an’ı bilmek şarttır. Hattâ bunu Kur’an dışında da öğrenmek mümkündür. Mesela deveye bakarak, kuşlara nazar ederek, semaya, arza bakarak, dağlara, derelere giderek, başkalarına sorarak da öğrenebiliriz.Yeter ki biz öğrenmeye niyet edelim.