Kur’an’ı nasıl okumalıyız?
Okumak nedir, önce bu konuda bir açıklama yapalım. İslâm’ın okuma dediği eylem, dört âzanın işlev gördüğü eylemdir. Bir okuma eyleminde, göz görür, dil telâffuz eder, akıl tercüme eder, kalp de tavır alır. Göz görecek, dil harfleri mahrecinden çıkarıp telâffuz edecek, akıl okunan bölümü anlayıp, tercüme edip kalbe aktaracak, kalpte ona göre tavır alacak. Eğer bir okuma eyleminde bu dört âzadan birisi devre dışı kalmışsa İslâm buna okuma demiyor. Meselâ göz görür, dil telâffuz eder, ama okunan bölümüm anlaşılmadığı için akıl tercüme etmez ve kalbe aktarmazsa buna okuma denmez. Akıl okunan bölümü anlayıp, tercüme edip kalbe aktarmalı, kalpte ona göre bir tavır almalı ki buna okuma densin. Peki kalp nasıl tavır alır? Okunan âyetlerde eğer cehennem, azap, vaîd konuları gündeme gelmişse kalp korkar, titrer, ürperir. Eğer cennet, rahmet, nimet konuları zikredilmiş-se kalp sevinir, coşar, taşar ve heyecandan kabına sığmaz bir hal alır. Eğer kâfirlerin, müşriklerin, ehl-i kitabın Allah’a iftiralarının günde-me geldiği âyetler okunuyorsa kalp saygıdan boyun büker, onlar adına Allah’tan özürler dileme makamında olur. Estağfirullah, ya Rabbi senin hakkında nasıl diyebildiler bunu? Nasıl cesaret edebildiler sana karşı bu iftiralara? Ya Rabbi ben o ahmaklar adına senden özür diliyorum, deme konumunda olur kalp. Tabii okunan âyetlerin mânâsı anlaşılmayınca kalbin bu tür tavırlar alması mümkün olmayacaktır.
Öyleyse okunan bölümün mânâsı mutlaka anlaşılmalıdır. Oku-nan bölümün mânâsını anlamadan mücerret okumak, Allah’ın istediği bir okumak değildir. Allah’ın istediği okuma kişinin gözü ile ilgi kur-duğu gerçeği, emir veya nehiy olarak aksettirmesidir. Yâni gördün ki bir kız açık saçıksa ona bakmaman gerektiği emrini kendine alacak-sın veya ona yardım etmen gerçeğini anlayacaksın. Yâni o gördüğün kişiyle bir ilgi kuracaksın. Yâni o gördüğün şeyle, gözünle okuduğun bölümle, âyetle bir ilgi kuracaksın. İşte okumak budur. Okumak oku-nan şeyle ilgi kurmaktır.
Ama öyle olmamış. İnsanlar Kur’an okumayı böyle anlamamışlar. Nasıl olmuş? Kur’an okumak denilmiş, tamam birisi mücerret tilâvet etmiş, yâni teyipcilik yapmış, okunan şeyle ilgi kurulmamış, ne olduğu, ne dendiği, ne istendiği anlaşılmaya ve gereği yerine getirilmeye çalışılmamış. Peygamberin kesin nehyine rağmen bu okuma şuradan aşağıya hiç intikal etmemiş, gırtlaktan aşağıya inmemiş, ama buradan yukarısında mest olunmuş, ayakkabı olunmuş, kendinden geçilmiş, güzel de okumuşlar kendilerince, ama bu Kur'an okuma ol-mamış. Halbuki Kur’an okumak, yâni meselâ okuduğun âyet senden namaz mı istedi veya senden şöyle bir hayat programına geçmeni mi öğütledi, hemen onunla ilgi kurarsan bu okumadır, değilse onun adına okuma denmeyecektir.
Bakın gerçek okumayı anlatırken bir hadislerinde Allah’ın Resûlü şöyle buyurur:
“Bir topluluk Allah’ın evlerinden birinde toplanır ve Allah’ın kitabını okurlarsa ve de okuduklarını kendi aralarında ders haline getirirlerse onların üzerine Allah’ın rahmet ve sekîneti iner.”
Demek ki bizden istenen sadece mücerret okumak değil, okunanları ders haline getirip, aramızda müzakere edip okunan bölümü anlama ve yaşama kavgası içine girmektir. Eğer insanlar Kur’an’ı sadece okur, ama onu kendi aralarında ders haline getirmezler, okudukları âyetlerin ne anlama geldiğini, kendilerinden nasıl bir hayat is-tediğini anlamaya yanaşmazlarsa, okudukları âyetlerle hayatlarını dü-zenleme kavgası içine girmiyorlarsa kesinlikle bilelim ki buna okuma denmeyecektir.
Öyleyse zinhar anlamadan okumayacağız kitabı. Unutmayalım ki Allah’ın ne buyurduğunu, ne istediğini anlayarak okunacak bir tek âyet, anlamadan okunacak bin hatimden daha hayırlıdır. Unutmayalım ki okunan âyetlerin anlamını kavramaya çalışmıyor, kalp de okunan âyetlerin ortaya koyduğu mânâlar istikâmetinde bir tavır alıp etkilenmiyorsa, sadece dilin hareket etmesinin hiçbir mânâsı yoktur.
Çünkü Kur’an’ın okunmasından maksat tedebbürdür. Yâni düşünerek onun ne dediğini anlamaya çalışmak ve hayatı onunla düzenlemektir. Hz. Ali efendimiz buyurur ki:
“Anlamayarak yapılan ibâdette ve düşünülmeden gerçekleştirilen kıraatte hayır yoktur.”
Zaten Allah’ın Resûlü bir hadislerinde kişinin okuduğu şeyle kalbinin irtibatının kesildiği ve okuduğu âyetlerden başka şeyler düşünmeye ve dikkati başka taraflara dağılmaya başladığı andan itibaren onun okumaya devamını menetmektedir. Çünkü bu bir roman, bir hikâye, alelâde bir insan sözü değil ki böyle bir durumda insan onunla ilişkisini sürdürebilsin.
Selef âlimlerimizin hepsi böyle düşünür, böyle inanırdı. Bakın Süleyman Ed -Dârâni:
“Anlamadığım ve kalp huzuruyla okumadığım âyetlerden sevap alacağımı ummuyorum. Ben bir âyeti okurum, sonra dört beş gece onunla meşgul olurum ve onu iyice anlamadan başka bir âyete geçmem.” der.
Yine selef âlimlerimiz meselâ bir Bakara sûresini anlayabilmek için yıllarca üzerinde düşünmüşlerdir. Meselâ bir hatmi otuz senede bitirenler vardır.
Mâlik Bin Dinar der ki:
“Ey Kur’an okuyucuları! Ey ehli Kur’an olanlar! Okuduğunuz Kur’an sizin kalplerinize ne ekti ona bir bakın. Nasıl ki yağmur arzın baharı ise okuduğunuz Kur’an da mü’minin kalbinin baharıdır.”
Katâde de der ki:
“Kur’an ile oturup kalkan ya kâr eder, ya da zarar eder.”
Öyleyse Okuma = Anlama + başkasına anlatma + uygulama, yâni okunanı yaşama, okunanla hayatı düzenleme + samimiyettir diyebiliriz. Nitekim Allah’ın Resûlü kendisine gelen bir vahyi önce kendisi okur, kendisi öğrenir, eksiksiz olarak onu hayatında uygular, son-ra da hiç beklemeden ve en küçük bir parçasını bile gizlemeden onu insanlara aktarırdı. Ve bu konuda da hasbî davranırdı. Onun kutlu yolunun yolcuları olarak bizler de böyle olacağız inşallah.
Unutmamalıyız ki, Kur’an “Karae” kökünden gelen bir kelimedir. Okunak anlamına. Demek ki bir şeyin, bir metnin, bir mesajın Kur’an olabilmesi için okunması gerekmektedir. Okunmayan şeye Kur’an denmez. Bir kitap ki eğer o okunmuyorsa, okunmak için değilse ona Kur’an denmeyecektir. Elimizdeki şu kitabı okumanın dışında nerede ve nasıl kullanırsak kullanalım buna Kur’an denmeyecektir. Okumak ise duyularla algılanan bir mesajın kişiye onu amele sevk etmek üzere bir şeyler söylemesi, görevler yüklemesi anlamına gelmektedir.
Kur’an’da ondan hakkıyla istifade edebilecek biçimde okumak konusunda şunlara dikkat çekilir: