Bu kitap Allah bilgisidir. Allah, bilgi kendisinden olan, bilgisi tam ve eksiksiz olandır.
Okumak, bilgilenmek üzere bu kitabı eline alan kişi eğer; “Benim bu kitaba ihtiyacım var, ben Allah bilgisine muhtacım, bu bilgi olmadan ben asla hayatımı düzenleyemem, hayrımı şerrimi, menfaatimi zararımı bilemem” diyerek bu imanla, bu teslimiyetle kitaba müracaat ederse ancak o zaman bu kitaptan istifade edebilecektir. Değilse, bilgilenme konusunda Allah’ı ve kitabını tek kaynak olarak görmeyen, vahyin dışında başka bilgilenme kaynakları arayan insanların bu kitaptan istifade etmeleri mümkün değildir. Bir bakın insanlara, bilgilenmek üzere bu kitaba mı başvuruyorlar, yoksa başka şeylerin peşine mi düşüyorlar?
Tıpkı dünkü kâfirler gibi, bugünün kâfirleri yahudi’si ile, hıristi-yan’ı ile, Mecusi’si ile, ateisti ile, lâik’i ile tüm kâfirler, tüm kâfir dünya bilgilenmek için bir yol, bir sistem kabul etmişler. Bu sistemin temel felsefesi Allah’sızlık ilkesine dayanmaktadır. Allah’ı, kitabını, vahyini yok farz eden, Allah’ı devre dışı bırakan, ismine bazen pozitivizm, bazen materyalizm, bazen idealizm, bazen realizm dedikleri küfür ve şirk yöntemlerle insanları bilgilendirmeyi hedeflemektedirler. Bilimi putlaştırıp onu Allah bilgisi yerine oturtmaya çalışıyorlar. Günümüzde artık bilimin çözemediği hiçbir şey kalmamıştır. Binaenaleyh ne Allah kitabına, ne de Allah bilgisine ihtiyacımız kalmamıştır gururu ve çılgınlığı içinde bilgilenme noktasında vahyi devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. Şu anda dünya üzerinde kâfir ve şirk egemenliğinde bir hayat yaşamaya mahkum edilmiş tüm dünya ülkelerindeki eğitim sistemlerinin temelini oluşturan anlayış budur. Gerek kâfir ülkelerinde, gerekse onların düşüncelerinin egemen olduğu İslâm dünyasında uygulanan bilgilenme, bilgilendirme yönteminde aynen Mekke dönemindeki Allah’ı, vahyi devre dışı bırakma çarpıklığını görmek mümkündür. Gerek küfür dünyanın, gerekse onların kölesi durumunda bulunan İslâm ülkelerinde ekonomik ve siyasal yapılanmalarında, sosyal ve hukukî düzenlemelerinde Allah’ı devre dışı bıraktıklarını, vahyi bir kenara bıraktıklarını, başka kaynaklardan bilgilenme esasına teslim olduklarını görüyoruz.
Yeryüzü kâfirlerinin gerek kendi dünyalarında, gerekse egemen olup köleleştirdikleri İslâm dünyasında bilgilenme noktasında temel felsefeleri Allah’ı devre dışı bırakmaktır. Allah vahyini reddeden kâfirler ne siyasî hayatta, ne ekonomik hayatta Allah’a hayat hakkı, söz hakkı tanımamaya çalışıyorlar. Temel felsefeleri şudur kâfirlerin: Kitap gündeme geldiği zaman, vahiy söz konusu olduğu zaman, onun modası geçmiştir, miadı dolmuştur, bilimsel özelliği kalmamıştır. Peygamber gündeme geldiği zaman, peygamber anlayışı gündeme geldiği zaman da hemen yaftaları hazırdır: Peygamber deli, peygamber şair, peygamber sihirbaz, peygamber aklı hayra şerre ermeyen bir kişidir. Allah gündeme geldiği zaman, O hayata karışmayan bir varlıktır.
Bu insanlara bir Müslüman olarak bizim teklifimiz şudur: Ey kâfirler, mademki sizler hayatta Allah’ı devre dışı bırakmak, peygamberi reddetmek, Allah ve Resûlüne hayat hakkı tanımamak gibi bir anlayışın içindesiniz. Ve yeri geldiği zaman Allah’ın ve peygamberinin hiçbir şey bilmediğini ortaya koymaya çalışıyorsunuz. Bin dört yüz yıl önce bir insanın ortaya koyduğu bu kitaptan, şu anda sizin bilim adamlarınızın, siyasetçilerinizin, ekonomi uzmanlarınızın, hukukçularınızın daha bilgili olduğunu iddia ediyorsunuz. Bunların Allah’tan daha iyi bildiklerini demeye çalışıyorsunuz. Eğer bu sözlerinizde samimi, kendinizden, bilgilerinizden eminseniz, o zaman soruyorum size, niye bu insanların rahat bir şekilde Allah’la, peygamberle, Kur’an ile karşı karşıya gelmelerine engeller koyuyorsunuz? Niye yasaklıyorsunuz din eğitimini? Niye korkuyorsunuz bu kadar? Niye bu Kur’an’la bilgilenen insanların imanları istikâmetinde kendi siyasetlerini, kendi hukuklarını, kendi imanlarını, kendi ahlâklarını, kendi düşüncelerini ortaya koymalarına engel oluyorsunuz? Bu korkunuz ne böyle? Eğer cesaretiniz varsa bırakın Müslümanlar da ortaya koysunlar imanlarının gereğini.
Sosyal, siyasal, ekonomik, hukukî tüm hayat problemlerinin çözümü konusunda herkese söz hakkı veriyorsunuz, herkesin çözüm önerisini dinliyorsunuz, herkesin teklifine kulak veriyorsunuz da niye tüm bu konularda Allah’a ve peygambere hayat hakkı, söz hakkı tanı-mıyorsunuz? Bir homoseksüel kadar, bir genel evi kadını kadar Allah’ın söz söyleme hakkı yok mu? Allah bilmez mi hukuku? Allah bilmez mi sosyal ve siyasal yasaları? Neden Allah bilgisine müracaat etmiyorsunuz? Ey kâfirler, sizin hiç aklınız yok mu? Yıllardır hayatta Allah’ı dışladınız, peygamberi dışladınız, Allah bilgisini, peygamber anlayışını devre dışı bıraktınız. Ama işte görüyoruz ki hiçbir şeyi halledemediniz. Hiçbir problemi çözemediniz. Bu gidişle battıkça batacak, helâk olup gideceksiniz. Gelin bir adım önünü bile görmekten âciz insanları tanrılaştırıp vahyi devre dışı bırakmaktan vazgeçin. Gelin kendi bilgilerinizi, kendi hevâ ve heveslerinizi putlaştırıp Allah’ı cahillikle itham etmekten vazgeçin.
Çünkü pozitivizm, rasyonalizm, materyalizm Allah hakkında bilgi vermez. Sistematiğini Allah’ı, dini, peygamberi, vahyi ortadan kaldırmak üzere koyan şu materyalist bilgilenme kaynaklarının hangisi Allah hakkında bilgi verebilecek de? Hangisi ne diyebilecek de bu konuda? Fizik mi bir şeyler söyleyecek Allah hakkında? Matematik mi? Sosyoloji mi? Tarih mi? Elimizin dokunduğu, gözümüzün gördüğünden başkasına inanmayız demiyor mu bu bilim dalları? Başta bunu diyerek işe başlayan bu bilim dallarından bunun dışında başka ne bekleyeceğiz? Peki Allah hakkında nasıl konuşabilirsin sen? Gördün mü Allah’ı? Yo! Dokundun mu elinle? Yo! İşittin mi Allah’ın konuş-masını? Yo! Eh o zaman ne biliyorsun ki Allah hakkında konuşuyorsun? Hani senin felsefenin temeli bu değil miydi? Hani sen görmediğin, dokunmadığın şeye inanmazdın? Peki o zaman Allah hakkında, din hakkında, peygamber hakkında, vahiy hakkında; “bu doğrudur, bu yanlıştır” derken; “bu böyle olmalıdır, şu şöyle olmalıdır” derken neye dayanıyorsun? Hayır hayır, sen bu konularda hiç konuşmayarak, susarak felsefenin gereğini yerine getirmek zorundasın. Hiç olmazsa bu konuda namuslu olmalısın. Çünkü Allah’ı, kitabı, vahyi, peygamberi reddeden bir adam hiçbir şey bilemez bu konularda. Bilmediğine göre de bu konularda hiçbir şey konuşamaz.
Öyleyse susarak hiç olmazsa kendi felsefene, kendi inancına saygılı ol. İslâm’a, benim inancıma saygılı ol filân demiyorum sana. Çünkü benim dinimin, benim inancımın, İslâm’ın kimsenin saygısına filân ihtiyacı yoktur. İslâm azizdir. Müslüman azizdir. İzzet ve şeref sa-hibidir. Yeryüzünde hiç kimse müslüman olmasa da İslâm yine izzet ve şeref sahibidir. Öyleyse kendi inancına saygılı ol da bilmediğin şey özerinde konuşma. Sen Allah’ı bilmezsin. Sen kitabı bilmezsin. Sen vahyi bilmezsin. Sen din konusunda cahilsin. Sen peygamber konusunda söz söyleme hakkına sahip değilsin. Sen bildiğin konularda konuş. Sen dünyayı bilirsin, konuşacaksan o konuda konuş. Sen kazanmayı bilirsin. Sen kan emmeyi bilirsin. Sen sömürmeyi bilirsin. Sen kan dökmeyi bilirsin. Sen savaşı bilirsin. Sen teknolojiyi bilirsin. Sen elmayı, armudu bilirsin. Sen kadını, kızı bilirsin. Konuşacaksan onlar hakkında konuş. Zaten dünyan bu kadar basittir senin. Onun için bilmediğin yüce şeylerle alâkalı susman, tek kelime bile konuş-mandan daha hayırlıdır.